Sual: Başkalarının kötülüklerini araştıran, kendi kusurlarını görmeyen, Veliye inanmaz mı? Evliya ve Peygamberlerin hürmeti için dua etmek caiz midir?
Cevap: Kendi kusurlarını araştırıp düzeltmeğe çalışan kimse, başkalarının ayıplarını görmeğe vakit bulamaz. Hep, kendinden daha iyi olan Müslümanları görür. Yani her gördüğü Müslümanı kendinden daha iyi bulur. Velî olduğunu söyleyen kimsenin doğru söylediğine inanır. Başkalarının kötülüklerini araştıran, kendi kusurlarını görmeyen ise, Veliye inanmaz.
İmâm-ı Birgivî "rahmetullahi aleyh" dua ederken, (Ey yardımcıların en iyisi! Ey ümitsizlerin sığınağı! Yâ Erhamerrâhimîn! Ey günahları örten merhameti bol Allahım! Habibin, sevgili Peygamberin hürmeti için ve bütün Peygamberlerin ve Meleklerin ve Peygamberinin Eshâbının ve Tabiinin hürmetleri için, günahı çok olan bizlere acı! Suçlarımızı af eyle!) derdi. Allahü teâlâya, Peygamberi "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" ve Onun Eshâbı "radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în" ve Tabiinin hürmeti için dua etmek, duanın kabul olması için bunları vesile etmek câizdir, meşrudur. Onların şefaatini istemek olup, Ehl-i sünnet alimleri "rahime-hümullahü teâlâ" câiz olduğunu bildirmiştir. Mutezile, buna inanmadı. Vesile ederek yapılan dua, o Velinin kerameti olarak kabul olur. Bu da, öldükten sonra da, kerametin bulunduğunu göstermektedir. Bid'at ehli olan sapıklar, buna inanmıyor. (Kıyâmet ve Âhiret s. 323)
***
Sual: Evliyadan istifade etmek için yalnız karşısında bulunmak mı gerekir, başka şekillerde de istifade edilebilir mi?
Cevap: Şâh Veliyyullah-ı Dehlevînin (Heme'ât) kitabı, baştan başa, tasavvufu, tarikatları anlatmakta ve övmektedir. Fârisî olup, bindokuzyüzkırkdörtde, Pakistan'da basılmıştır. Çeşitli sahifelerinde diyor ki: Salik, hadîs kitaplarını ve Sahabe ve tabiinden gelen haberleri inceleyecek kadar alim değilse, dört mezhepten birini taklit etmelidir. Bütün tarikatlar, itikatta, farzları yapmakta ve haramlardan sakınmakta birbirlerinin aynıdır. Zikirler ve nafile ibadetleri yapmakta ayrılmışlardır. Zikir ederken, dünya düşünceleri gelirse, teveccühü kuvvetli olan zatın yanında oturup, ona teveccüh etmelidir. Yahut, meşâyıh-ı kiramın temiz ruhlarına teveccüh etmeli, kabirlerini ziyaret edip, cezb olunması için yalvarmalıdır. Zikirden nefse sıkıntı gelirse, bunun, çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan biri, bulunduğu tarikat meşâyıhına, yani mürşitlerine karşı edebe aykırı davranmaktır. Salik, sebebini anlayamazsa, şeyh teveccühü ve feraseti ile anlar ve bildirir. Bu fakir [yani Veliyyullah Dehlevî], bâtınım ile, ruhlar âlemine teveccüh ettim. Her tarikatın, buraya ayrı nispetleri olduğunu anladım. Türbelerde itikâf etmek de, ilerlemeğe yardım eder. Selef-i sâlihîne dil uzatmak, yol kesen sebeplerdendir. Zikir meclislerine meleklerin rahmet saçtıkları, zikir edenlerin etrafını nur kapladığı çok görülmektedir. Bir insanın ruhu, Peygamberlerin veya Evliyanın temiz ruhları ile veya meleklerle bağlantılı olursa başkalarına bildirilmeyen şeyler buna bildirilir. İnsan bir kimsenin Veli olduğunu anlayıp, onu severse, ruhu onun ruhuna bağlanır. Yahut mürşidini veya salih olan ceddini severek onun ruhuna bağlanır. Ondan feyz alır, faydalanır. Evliyanın kabirlerini ziyaret etmek, Kur'ân-ı kerim okuyup, sadaka verip, sevabını ruhlarına göndermek, eserlerine, evlâdına saygı göstermek, onların ruhları ile bağlanmağa yardım eder. Onları rüyada görür. Tehlikeli yerlerde, kendi şekillerinde görünerek yardım eder, kurtarırlar. Ruhlardan faydalanmağa (Üveysî olmak) denir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin cezbi çok kuvvetli olduğu için, kabrinde, diri olanlar gibi tasarruf yapmaktadır. Bu fakir [yani Veliyyullah-ı Dehlevî], meşâyıhın ruhlarına teveccüh ederek, çeşitli faydalara kavuştum. Meşâyıhın vefatından beşyüz sene geçince bedendeki tabii kuvvetler, hiç kalmaz. Kabirlerini ziyaret edenlere tesirleri daha fazla olur. Ruha teveccüh ederek, ondan istifade iki suretle olur: Birincisi, ruhlarının birbirlerine bağlandığını düşünmektir. Bu, birisini aynada görmeğe benzer. İkincisi, kabrini ziyaret edip, onu düşünmektir. Bu, gözünü açıp, birini karşısında görmeğe benzer. (Faydalı Bilgiler s. 348)
***
Sual: Peygamber efendimiz, nesep, soy itibariyle de, diğer insanlardan üstün olarak mı yaratılmıştı?
Cevap: Peygamber efendimizin ve bütün Peygamberlerin babalarının ve analarının hiçbiri kafir, aşağı kimseler değildi. Bununla ilgili Buhârîdeki bir hadîs-i şerifte, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim.) Müslimdeki hadîs-i şerifte;
(Allahü teâlâ, İsmail aleyhisselam evladından, Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülalesinden, Kureyş ismindeki zatı beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Hâşim oğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti) buyuruldu.
İmâm-ı Tirmizînin bildirdiği hadîs-i şerifte;
(Allahü teâlâ, insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücuda getirdi. Sonra, bu kısımlarından en iyisini Arabistan'da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonra evlerden, ailelerden en iyilerini seçip, beni bunlardan meydana getirdi. O halde, benim ruhum ve cesedim, mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır) buyurulmuştur.
Abdullah bin Abbâs hazretlerinin bildirdiği hadîs-i şerifte;
(Benim dedelerimin hiçbiri zina yapmadı. Allahü teâlâ, beni, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu.
Adem aleyhisselam, vefat edeceği zaman, oğlu Şit aleyhisselama dedi ki:
"Yavrum! Bu alnında parlayan nur, son Peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nurudur. Bu nuru, mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet et!"
Muhammed aleyhisselama gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına böyle vasiyet etti. Hepsi, bu vasiyeti yerine getirip, en asil kız ile evlendi. Nur, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek, sahibine yetişti. Kısas-ı enbiyâda diyor ki:
"Resûlullah efendimizin dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yahut bir kabile iki kola ayrılsa, Peygamber efendimizin soyu, en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her asırda, onun dedesi olan zat, yüzündeki nurdan belli olurdu. İsmail aleyhisselamın alnında da bu nur vardı. Bu nur, Adem aleyhisselamdan beri, evlattan evlada geçerek, asıl sahibi olan Resûlullah efendimize gelmiştir."
Cevap: Kendi kusurlarını araştırıp düzeltmeğe çalışan kimse, başkalarının ayıplarını görmeğe vakit bulamaz. Hep, kendinden daha iyi olan Müslümanları görür. Yani her gördüğü Müslümanı kendinden daha iyi bulur. Velî olduğunu söyleyen kimsenin doğru söylediğine inanır. Başkalarının kötülüklerini araştıran, kendi kusurlarını görmeyen ise, Veliye inanmaz.
İmâm-ı Birgivî "rahmetullahi aleyh" dua ederken, (Ey yardımcıların en iyisi! Ey ümitsizlerin sığınağı! Yâ Erhamerrâhimîn! Ey günahları örten merhameti bol Allahım! Habibin, sevgili Peygamberin hürmeti için ve bütün Peygamberlerin ve Meleklerin ve Peygamberinin Eshâbının ve Tabiinin hürmetleri için, günahı çok olan bizlere acı! Suçlarımızı af eyle!) derdi. Allahü teâlâya, Peygamberi "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" ve Onun Eshâbı "radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în" ve Tabiinin hürmeti için dua etmek, duanın kabul olması için bunları vesile etmek câizdir, meşrudur. Onların şefaatini istemek olup, Ehl-i sünnet alimleri "rahime-hümullahü teâlâ" câiz olduğunu bildirmiştir. Mutezile, buna inanmadı. Vesile ederek yapılan dua, o Velinin kerameti olarak kabul olur. Bu da, öldükten sonra da, kerametin bulunduğunu göstermektedir. Bid'at ehli olan sapıklar, buna inanmıyor. (Kıyâmet ve Âhiret s. 323)
***
Sual: Evliyadan istifade etmek için yalnız karşısında bulunmak mı gerekir, başka şekillerde de istifade edilebilir mi?
Cevap: Şâh Veliyyullah-ı Dehlevînin (Heme'ât) kitabı, baştan başa, tasavvufu, tarikatları anlatmakta ve övmektedir. Fârisî olup, bindokuzyüzkırkdörtde, Pakistan'da basılmıştır. Çeşitli sahifelerinde diyor ki: Salik, hadîs kitaplarını ve Sahabe ve tabiinden gelen haberleri inceleyecek kadar alim değilse, dört mezhepten birini taklit etmelidir. Bütün tarikatlar, itikatta, farzları yapmakta ve haramlardan sakınmakta birbirlerinin aynıdır. Zikirler ve nafile ibadetleri yapmakta ayrılmışlardır. Zikir ederken, dünya düşünceleri gelirse, teveccühü kuvvetli olan zatın yanında oturup, ona teveccüh etmelidir. Yahut, meşâyıh-ı kiramın temiz ruhlarına teveccüh etmeli, kabirlerini ziyaret edip, cezb olunması için yalvarmalıdır. Zikirden nefse sıkıntı gelirse, bunun, çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan biri, bulunduğu tarikat meşâyıhına, yani mürşitlerine karşı edebe aykırı davranmaktır. Salik, sebebini anlayamazsa, şeyh teveccühü ve feraseti ile anlar ve bildirir. Bu fakir [yani Veliyyullah Dehlevî], bâtınım ile, ruhlar âlemine teveccüh ettim. Her tarikatın, buraya ayrı nispetleri olduğunu anladım. Türbelerde itikâf etmek de, ilerlemeğe yardım eder. Selef-i sâlihîne dil uzatmak, yol kesen sebeplerdendir. Zikir meclislerine meleklerin rahmet saçtıkları, zikir edenlerin etrafını nur kapladığı çok görülmektedir. Bir insanın ruhu, Peygamberlerin veya Evliyanın temiz ruhları ile veya meleklerle bağlantılı olursa başkalarına bildirilmeyen şeyler buna bildirilir. İnsan bir kimsenin Veli olduğunu anlayıp, onu severse, ruhu onun ruhuna bağlanır. Yahut mürşidini veya salih olan ceddini severek onun ruhuna bağlanır. Ondan feyz alır, faydalanır. Evliyanın kabirlerini ziyaret etmek, Kur'ân-ı kerim okuyup, sadaka verip, sevabını ruhlarına göndermek, eserlerine, evlâdına saygı göstermek, onların ruhları ile bağlanmağa yardım eder. Onları rüyada görür. Tehlikeli yerlerde, kendi şekillerinde görünerek yardım eder, kurtarırlar. Ruhlardan faydalanmağa (Üveysî olmak) denir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin cezbi çok kuvvetli olduğu için, kabrinde, diri olanlar gibi tasarruf yapmaktadır. Bu fakir [yani Veliyyullah-ı Dehlevî], meşâyıhın ruhlarına teveccüh ederek, çeşitli faydalara kavuştum. Meşâyıhın vefatından beşyüz sene geçince bedendeki tabii kuvvetler, hiç kalmaz. Kabirlerini ziyaret edenlere tesirleri daha fazla olur. Ruha teveccüh ederek, ondan istifade iki suretle olur: Birincisi, ruhlarının birbirlerine bağlandığını düşünmektir. Bu, birisini aynada görmeğe benzer. İkincisi, kabrini ziyaret edip, onu düşünmektir. Bu, gözünü açıp, birini karşısında görmeğe benzer. (Faydalı Bilgiler s. 348)
***
Sual: Peygamber efendimiz, nesep, soy itibariyle de, diğer insanlardan üstün olarak mı yaratılmıştı?
Cevap: Peygamber efendimizin ve bütün Peygamberlerin babalarının ve analarının hiçbiri kafir, aşağı kimseler değildi. Bununla ilgili Buhârîdeki bir hadîs-i şerifte, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim.) Müslimdeki hadîs-i şerifte;
(Allahü teâlâ, İsmail aleyhisselam evladından, Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülalesinden, Kureyş ismindeki zatı beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Hâşim oğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti) buyuruldu.
İmâm-ı Tirmizînin bildirdiği hadîs-i şerifte;
(Allahü teâlâ, insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücuda getirdi. Sonra, bu kısımlarından en iyisini Arabistan'da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonra evlerden, ailelerden en iyilerini seçip, beni bunlardan meydana getirdi. O halde, benim ruhum ve cesedim, mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır) buyurulmuştur.
Abdullah bin Abbâs hazretlerinin bildirdiği hadîs-i şerifte;
(Benim dedelerimin hiçbiri zina yapmadı. Allahü teâlâ, beni, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu.
Adem aleyhisselam, vefat edeceği zaman, oğlu Şit aleyhisselama dedi ki:
"Yavrum! Bu alnında parlayan nur, son Peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nurudur. Bu nuru, mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet et!"
Muhammed aleyhisselama gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına böyle vasiyet etti. Hepsi, bu vasiyeti yerine getirip, en asil kız ile evlendi. Nur, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek, sahibine yetişti. Kısas-ı enbiyâda diyor ki:
"Resûlullah efendimizin dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yahut bir kabile iki kola ayrılsa, Peygamber efendimizin soyu, en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her asırda, onun dedesi olan zat, yüzündeki nurdan belli olurdu. İsmail aleyhisselamın alnında da bu nur vardı. Bu nur, Adem aleyhisselamdan beri, evlattan evlada geçerek, asıl sahibi olan Resûlullah efendimize gelmiştir."
Hiç yorum yok
Yorum Gönder
Sorularınız Dinimiz İslam.com hocaları tarafından cevaplandırılacaktır.
Lütfen dini suallerinizi: dinimizislam11@gmail.com mail adresine gönderiniz.
Teşekkürler.