BREAKING NEWS
Yaşam

728x90

header-ad

468x60

header-ad

Namazları birleştirerek kılmak

Sual: Hanefi mezhebindeki bir Müslüman, hiçbir zorluk yokken, diğer üç mezhepten birini taklit ederek, öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birleştirerek kılabilir mi?

Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:

"Sefer yani yolculuk ve matar yani yağmur gibi bir özür olunca, öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birlikte, cem ederek kılmak, Şafii mezhebinde caizdir. Hanefi mezhebinde ise caiz değildir. Hanefi mezhebindeki bir kimse, seferi yani yolcu iken, bir meşakkat, güçlük olmadığı halde, öğleyi ikindi vaktinde kılsa haram olur. İkindiyi öğle vaktinde kılsa hiç sahih olmaz. Şafii mezhebinde ise, ikisi de sahih olur. Kendi mezhebine göre harac yani meşakkat, güçlük olduğu zaman, kendi mezhebindeki ruhsatla amel etmesi caiz olur. Ruhsat ile de yapmakta meşakkat, güçlük olursa, başka bir mezhebi taklit etmek caiz ise de, o mezhepte, o ibadet için farz ve vacib olan şeyleri de yapması, müfsitlerden de sakınması lazımdır."

Bir işi, bir ibadeti yaparken başka bir mezhebi taklit eden kimse, kendi mezhebinden çıkmış ve mezhep değiştirmiş olmaz. Yalnız o işi yaparken diğer mezhebin şartlarına riayet etmesi lazımdır.

***

Sual: Din bilgileri öğrendiği, kendini din adamı olarak tanıttığı halde, kendini beğenen, kibirli olanlar oluyor. Böyle kibirli olanların, bu halden kurtulması mümkün değil midir?

Cevap: Kibre sebep olan ilmin ilacı iki şeyi bilmekle olur:

Birincisi, ilmin kıymetli, şerefli olması, salih, iyi niyete bağlıdır. İlmi, cehaletten ve nefsinin hevasından kurtulmak için öğrenmek lazımdır. İmam olmak, müftü olmak, din adamı tanınmak, herkesten üstün olmak için öğrenmemek lazımdır.

İkincisi, ilmi ile amel etmek ve başkalarına öğretmek ve bunları ihlas ile yapmak lazımdır. Amel ve ihlas ile olmayan ilim zararlıdır. Hadîs-i şerifte;

(Allah için olmayan ilmin sahibi Cehennemde ateşler üzerine oturtulacaktır) buyuruldu.

Mal, mevki ve şöhret için ilim sahibi olmak böyledir. Dünyalık ele geçirmek için ilim öğrenmek, yani dini dünyaya vesile etmek, altın kaşıkla necaset yemeye benzer. Dini dünya kazancına alet edenler, din hırsızlarıdır. Hadîs-i şerifte;

(Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır) buyuruldu.

***

Sual: Allahü teâlâ, bütün günahları af eder mi, yoksa bunun bazı şartları var mıdır?

Cevap: Tegâbün sûresi onaltıncı âyetinde mealen, (Gücünüz yettiği kadar, Allahdan korkunuz!) buyuruldu. Furkan sûresi yetmişinci âyetinde mealen, (İman edip tevbe eden ve salih ameller işleyenlerin günahlarını sevaplara çeviririm. Allahü teâlâ günahları af edici, acıyıcıdır) buyuruldu. Vahşî, bu âyeti işitince, af için şartlar bildiriyor. Bu şartları yapamazsam korkarım. Bunun daha kolayı yok mudur dedi. Buna karşılık, (Allahü teâlâ, dilediği kullarının şirkten başka her şeyini af eder) mealindeki âyet geldi. Vahşî, bunu işitince, Allahü teâlâ, beni af etmek dilemezse, ne yaparım dedi. Bunun üzerine, (Ey kendilerine zulüm eden kullarım! Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz! Allahü teâlâ, bütün suçları af eder. O, gafûr, rahîmdir) mealindeki âyet-i kerime geldi. Vahşî, bu müjde bana yeter dedi. İman etti. Bu âyet-i kerime, kıyamete kadar gelecek olan herkes için müjdedir. Su bulamayanların teyemmüm etmeleri için de, önce (Temiz topraktan ellerinize ve yüzünüze sürünüz!) ve sonra, (Temiz topraklı ellerinizi, ellerinize ve yüzünüze sürünüz!) mealindeki âyet-i kerime geldi. Toprağı sürmeği emir eylemedi. Emri kolaylaştırdı. (Kıyâmet ve Âhiret s. 311)

***

Sual: Ruhsat ile mi yoksa azimet ile mi hareket etmek daha efdaldir?

Cevap: Allahü teâlâ, Peygamberine "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" Mekke dağlarını altın yapayım ister misin buyurunca, bu altınları Allah yolunda ve düşmanlarla cihad için kullanmağı düşünmedi. İstemedi. Güçlük çekmeği arzu eyledi. Tebük gazvesinde ise, (Bu orduya lâzım olanları getirene Cenneti müjdeliyorum) buyurarak, Eshâbından yardım istedi. Resûlullahın uzun günler orucunu bozmadığı ve açlıktan mübarek karnına taş bağladığı, kitaplarda yazılıdır. Mübarek ayakları şişinceye kadar geceleri, çok namaz kıldığı da bildirilmiştir. Mübarek zevceleri de "radıyallahü teâlâ anhünne", böyle çok ibadet yaparlardı. Fakat, ümmetine çok merhamet ettiği için, onların böyle sıkıntı çekmelerini istemezdi. Ümmetine ruhsat ile emir ederdi. Kendisi azimet ile ibadet yapardı. Din demek, yalnız emir demek değildir. Ruhsat ile azimetin ikisi de dindir. Tahrîm sûresinde, (Allahü teâlânın helal ettiklerini kendinize haram etmeyiniz!) mealindeki âyet-i kerime, (Ruhsat, izin verilen şeyleri inkâr etmeyiniz! Bunları haram etmeyip de, terk eder, çekinirseniz zühd olur, iyi olur. Yapması ise, günah olmaz) demektir. Hadîs-i şerifte, (Sünnetimi kabul etmeyen benden değildir!) buyuruldu ki, ruhsat, izin verdiğim şeyleri kabul etmeyip, kendine sıkıntı veren benden değildir demektir.

Tasavvuf büyükleri, ruhsat ve azimetten, ikincisini seçmişlerdir. Ruhsat ile amel etmeği de inkâr etmemişlerdir. Herkese ruhsat ile amel etmeği emir etmişlerdir. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" de, böyle yapardı. Tasavvuf demek, Kitaba ve sünnete uymak, bidatlerden sakınmak ve tasavvuf büyüklerine saygılı olmak ve herkese merhametli olmak ve ruhsat olan ameli terk etmektir. Ehl-i sünnet alimleri, azimet ile, vera ile hareket ettiklerinden, bir haram işlememek için, yetmiş helali terk ederlerdi. Ebû Bekr-i Sıddîk "radıyallahü anh" buyurdu ki, (Biz bir harama düşmek korkusundan, yetmiş helali terk ederdik.) (Kıyâmet ve Âhiret s. 311)

« Önce
Sonra »

Hiç yorum yok

Sorularınız Dinimiz İslam.com hocaları tarafından cevaplandırılacaktır.

Lütfen dini suallerinizi: dinimizislam11@gmail.com mail adresine gönderiniz.

Teşekkürler.