Cevap:
Sosyal adalet, çok eskiden beri düşünülen ve bütün dinler, rejimler, ictimai mezheplerce ileri sürülen ve gerçekleştirilmesi vaat edilen bir husustur. Bir topluluğun düzenli ve ahenkli olması ve fertler, zümreler arasında nefret ve düşmanlık bulunmaması, ancak sosyal adaletin varlığı ile mümkündür.
(Sosyal adalet), herkesin, çalışması, bilgi ve kabiliyeti ve gördüğü iş nispetinde ve derecesinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi demektir. Sosyal adalet, en küçük bir iş görene de, hayat hakkı tanımaktadır. Çalışan herkesin asgari bir geçim şartına erişmesi, sosyal adaletin ilk şartıdır. Sosyal adalet, sosyal eşitlik demek değildir. Herkesin aynı gelire sahip olması adalet değil, adaletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan çalışmayan, bilen bilmeyen bütün öğrencilerin sınıf geçmesi gibi. Mutlak eşitlik, ne tabiatta, ne toplulukta, hiçbir yerde yoktur.
Hukuktaki eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde bulunan herkesin aynı muameleye tâbi tutulması manasındadır. Sosyal bakımdan, yani iktisat cihetinden tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz, hem imkansızdır. Çünkü, adalet kavramı ile bağdaştırılamaz. Mesele, çalışmak ve kazanmak imkanını herkese aynı şekilde vermektir. Mevcudu kelle hesabı, eşit şekilde paylaştırmak demek değildir.
Herkesin çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesi davasıdır. Sosyal adalet, milli gelirin en uygun şekilde taksimini sağlar, istismarı, sömürücülüğü ortadan kaldırır.Sermayenin çok küçük ve belirli bir zümre elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde hayat hakkı verir. Sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir. Böyle bir toplulukta vatandaşlar, hâl ve istikbal bakımından kendilerini emniyette hissederler.
Sosyal adalet, milliyetçi görüşle ve liberalist tarafı biraz daha fazla olan karma bir ekonomi ile gerçekleştirilebilir. Sosyal adaleti, her asırda, her yeni çağda gerçekleştirecek biricik çare, İslâm dininin gösterdiği adil ve serbest iktisat yoludur. İslâm dini, sosyal adaleti tam tecelli ettirir. (Hak Sözün Vesîkaları s. 385)
***
Sual: Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesi nelerdir? Bunlar sonradan olma mıdır yoksa kadim midir?
Cevap:
Allahü teâlâ zatı ile vardır. Varlığı kendi kendiyledir. Şimdi var olduğu gibi, hep var idi ve hep var olacaktır. Varlığının önünde ve sonunda yokluk olamaz. Çünkü, Onun varlığı lâzımdır. Yani (Vacib-ül vücut)dur. O makamda, yokluk olamaz. Allahü teâlânın kâmil, noksan olmayan sıfatları vardır. Bunlara (Ülûhiyyet sıfatları) denir. Bunlar, hayat [diri olmak], ilim [bilmek], sem' [işitmek], basar [görmek], kudret [gücü yetmek], irade [istemek], kelâm [söylemek] ve tekvin [yaratmak]dır. Bu sekiz sıfata, (Sıfat-ı sübûtiyye) ve (Sıfat-ı hakikiyye) denir. Bu sıfatları da kadimdir. Yani, sonradan olma değildir. Kendinden ayrı olarak, ayrıca vardır. Ehl-i sünnet âlimleri böyle bildirmektedir. "Allahü teâlâ, onların çalışmalarını meşkûr eylesin!". Ehl-i sünnetten başka, yetmişiki fırkadan hiçbiri, Allahü teâlânın ayrıca sıfatları olduğunu bilememiştir. Âyet-i kerimeler ve hadîs-i şerifler, Allahü teâlânın kemâl sıfatları olduğunu açıkça bildirmektedir. Bunda şüphe etmek caiz değildir. Şüphe etmek küfre sebep olur. (Tam İlmihal s. 103)
***
Sual: İmanın devamlı olması için ne yapılması gerekir?
Cevap:
İmanın, bizde bâkî kalıp çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır:
1- Biz gaibe iman eyledik. Bizim imanımız gaibedir, zahire değildir. Zira biz, Allahü azîm-üş-şanı, gözümüzle göremedik. Lakin görmüş gibi inandık, iman ettik. Bundan asla şüphemiz yoktur.
2- Yerde ve gökte, insanda ve cinde ve meleklerde ve Peygamberlerde "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât", gaibi bilen yoktur. Gaibi ancak Allahü azîm-üş-şân bilir ve dilediklerini dilediklerine bildirir. [Gaib demek, duygu organları ile veya hesap, tecrübe ile anlaşılmayan demektir. Gaibi ancak Onun bildirdikleri bilir.]
3- Haramı haram bilip, itikat etmek.
4- Helalı helal bilip, böyle itikat etmek.
5- Allahü azîm-üş-şânın azabından emin olmayıp, daima korkmak.
6- Her ne kadar günahkar olsa da, Allahü azîm-üş-şânın rahmetinden ümit kesmemek.
Bu altı şeyden birisi, bir kimsede bulunmasa da, beşi bulunsa, yahut birisi bulunsa da, beşi bulunmasa, o kimsenin imanı ve İslâmı sahih değildir. (İslam Ahlâkı s. 184)
Hiç yorum yok
Yorum Gönder
Sorularınız Dinimiz İslam.com hocaları tarafından cevaplandırılacaktır.
Lütfen dini suallerinizi: dinimizislam11@gmail.com mail adresine gönderiniz.
Teşekkürler.