Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dinimizi doğru olarak yaymak için yapılan hizmetlere fiilen iştirak etmek, yani Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, doğru iman ve ibadet bilgilerini yaymak, büyük saadettir. Bu nimet, ancak seçilmiş kimselere nasip olur. Fakat ihmal ve gaflet neticesinde yapılan bir yanlışla bu hizmetlerin zarar görmesine sebep olmak, büyük felakettir. Zira ihmal ve gafletle zarar veren, sanki hainlikle zarar vermiş gibidir. Çünkü netice aynıdır. Onun için, böyle hizmet edenin, çok temkinli ve dikkatli olması, gaflete düşmekten, fitneye sebep olmaktan çok sakınması lazımdır.
Kur'an-ı kerimde mealen, (Eğer siz kendinizi değiştirmezseniz, Allah, size verdiği nimeti değiştirmez) buyuruluyor. O hâlde, verilen nimetin değişmesi, insanların değişmesi yüzündendir. Mesela bir kimsenin ihlâsı azalınca, Allahü teâlâ ilk başta verdiği başarıyı ondan alır. Çünkü o kimse, artık başka biri olmuştur. O bakımdan, dinimize hizmetle şereflenen bir kimsenin, kendini değiştirmemeye çok dikkat etmesi lazımdır. Değişmemenin yolu da, büyüklere itaattir. Söylenen sözlere, akla danışmadan tâbi olmaktır. Kendi kafasına göre iş yapmamaktır. Tâbi olmak gibi hiçbir üstünlük yoktur.
Kendini haklı, akıllı bilen, üstün gören, yani nefsini yücelten, daima sıkıntı çeker. Allahü teâlâ, nefse düşmandır. Çünkü nefs, Allah’a düşmandır. Nefs, yaşamamız için gereklidir. Ama bize âmir olması, bize günah işletmesi değil, bizim emrimizde olması, bize tâbi olması lazımdır. İslâmiyet, nefse tâbi olmamamız için, nefsi bize tanıtmak, onun zararından kurtuluş yollarını öğretmek için gönderilmiştir. İnsan, nefsin ne olduğunu, ancak dinini bilmekle öğrenebilir.
Kadsiye savaşında, Müslüman ordusu yedi bin kişiyken, Mecusi İran ordusu, altmış bin kişiydi. İran ordusunda, o zamanın tankları olan filler de vardı. Eshâb-ı kiram, o tarihe kadar, hiçbir savaşta fil görmemişti. İran’da nehirler ve muhkem kaleler de vardı.
Hazret-i Ömer, başarının formülünü, ordunun komutanı Sa’d bin Ebi Vakkas hazretlerine birkaç cümleyle izah etti:
(Yâ Sa’d, düşmandan korkma, Allah’tan kork! Günah işleme! Eğer askerlerin arasında günah işleyen varsa, onu ayır! Çünkü Allah, günah işleyen kavmi muvaffak etmez. Eğer günah işlerseniz, o İran ordusundan ne farkınız kalır?)
Demek ki, dine hizmette başarının yolu nefsimize uymayıp günahlardan sakınmaktır.
Dinimizi doğru olarak yaymak için yapılan hizmetlere fiilen iştirak etmek, yani Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, doğru iman ve ibadet bilgilerini yaymak, büyük saadettir. Bu nimet, ancak seçilmiş kimselere nasip olur. Fakat ihmal ve gaflet neticesinde yapılan bir yanlışla bu hizmetlerin zarar görmesine sebep olmak, büyük felakettir. Zira ihmal ve gafletle zarar veren, sanki hainlikle zarar vermiş gibidir. Çünkü netice aynıdır. Onun için, böyle hizmet edenin, çok temkinli ve dikkatli olması, gaflete düşmekten, fitneye sebep olmaktan çok sakınması lazımdır.
Kur'an-ı kerimde mealen, (Eğer siz kendinizi değiştirmezseniz, Allah, size verdiği nimeti değiştirmez) buyuruluyor. O hâlde, verilen nimetin değişmesi, insanların değişmesi yüzündendir. Mesela bir kimsenin ihlâsı azalınca, Allahü teâlâ ilk başta verdiği başarıyı ondan alır. Çünkü o kimse, artık başka biri olmuştur. O bakımdan, dinimize hizmetle şereflenen bir kimsenin, kendini değiştirmemeye çok dikkat etmesi lazımdır. Değişmemenin yolu da, büyüklere itaattir. Söylenen sözlere, akla danışmadan tâbi olmaktır. Kendi kafasına göre iş yapmamaktır. Tâbi olmak gibi hiçbir üstünlük yoktur.
Kendini haklı, akıllı bilen, üstün gören, yani nefsini yücelten, daima sıkıntı çeker. Allahü teâlâ, nefse düşmandır. Çünkü nefs, Allah’a düşmandır. Nefs, yaşamamız için gereklidir. Ama bize âmir olması, bize günah işletmesi değil, bizim emrimizde olması, bize tâbi olması lazımdır. İslâmiyet, nefse tâbi olmamamız için, nefsi bize tanıtmak, onun zararından kurtuluş yollarını öğretmek için gönderilmiştir. İnsan, nefsin ne olduğunu, ancak dinini bilmekle öğrenebilir.
Kadsiye savaşında, Müslüman ordusu yedi bin kişiyken, Mecusi İran ordusu, altmış bin kişiydi. İran ordusunda, o zamanın tankları olan filler de vardı. Eshâb-ı kiram, o tarihe kadar, hiçbir savaşta fil görmemişti. İran’da nehirler ve muhkem kaleler de vardı.
Hazret-i Ömer, başarının formülünü, ordunun komutanı Sa’d bin Ebi Vakkas hazretlerine birkaç cümleyle izah etti:
(Yâ Sa’d, düşmandan korkma, Allah’tan kork! Günah işleme! Eğer askerlerin arasında günah işleyen varsa, onu ayır! Çünkü Allah, günah işleyen kavmi muvaffak etmez. Eğer günah işlerseniz, o İran ordusundan ne farkınız kalır?)
Demek ki, dine hizmette başarının yolu nefsimize uymayıp günahlardan sakınmaktır.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder
Sorularınız Dinimiz İslam.com hocaları tarafından cevaplandırılacaktır.
Lütfen dini suallerinizi: dinimizislam11@gmail.com mail adresine gönderiniz.
Teşekkürler.